Gezmek benim için bir hayaldi sonra tutku oldu.Gezdikçe gezesim,yaşadıkça yaşayasım geldi.Bu gezilerde yaşadıklarımın elle tutulur gozle gorülür bir kanıtı olması adına o güzel anıları somutlaştırmak için başlıyorum yazmaya.Belki okuyanlara da ufak tefek bilgilerle rehber olması umuduyla.Haydi bakalım =)

13 Aralık 2014 Cumartesi

ÜSKÜP

Posted by Gezgin Eda On 13:30 1 comment

ÜSKÜP

Üsküp'e akşam geç saatlerde varıyoruz.Tren istasyonunun hemen yanınında otobüs terminali var onun da yanında şehir içi otobüs terminali.Hepsi aynı yerde.Taksiciye şehir merkezini soruyoruz.Yürüyerek 15 dk arabayla da 100 denara gotürürüm diyor.Kalacak yer soruyoruz.Saat 11 çok geç oldu daire bulamazsınız diyor ve bir hostele gotürüyor.8 € kişi başı ama beğenmiyoruz.Bir de şehir merkezinde güzel bir yer var ama 13 € diyor biz bir bakalım belki indirim yaptırırız diyoruz ve düşüyoruz yola Rekord Hostele gidiyoruz.Çok beğeniyoruz.Lüks ,temiz, merkeze yakın daha ne olsun.Gurbet indirim yaptırıyor ve 9 € ya kalıyoruz.Üst ranzamda bir Amerikalı var çok geveze=)
7 Ağustos Perşembe sabahı güzel, rahat bir uykunun ardından 9 buçukta uyanıyoruz.Kahvaltı dahildi güya.Kahvaltı dedikleri bir adet 7days kruvasan ve bir kuşburnu çayı =)Kahvaltı ardından yine düşüyoruz yollara, istikamet Matka Kanyonu.Ancak otobüs saatlerini oğrenince şehir merkezine geri yürüyüp biraz vakit geçiriyoruz oğleden sonraki otobüse binmek için.Saatleri seyrek çünkü.İlk once meşhur Taş Koprüye gidiyoruz.




Vardar Nehri beni hayal kırıklığına uğratıyor açıkçası.Suyu az ve bulanık.Bizim koydeki çaya benziyor hatta çay daha güzel=)
Üsküp’ün simgesi Taşkoprü 1451-1469 yıllarında II. Mehmed’in himayesi ve kontrolu altında yapılmış. Kimi kaynaklara göre köprünün Mimar Sinan tarafından yapıldığı belirtilmekte.
Koprünün olduğu yerde Arkeoloji Müzesi,Dış İşleri Bakanlığı gibi güzel binalar var.Yunan tarzında yapılmış sanki eski binalar gibi gorünen ama yeni binalar.Yani o gorüntüyü vermeye çalışmışlar ama ben hissedemedim,yapay geldi.Üsküp’ün her yerinde heykeller var, onlar da yeni yapılmış ama ben onları da sevemedim.





Taş Koprü’nün üstünden geçip old city ‘ye gidiyoruz.Türk dovizci abiden 60 denara magnet alıyorum.Sonra güzel bir kahvaltı etmek istiyoruz kruvasan yetmedi tabiî ki.Türk kahvesinde bir abiye Türk kahvaltısı yiyebileceğimiz bir yer var mı diye soruyoruz hani şoyle peynirli zeytinli.Makedonlarda bu kültür yok çünkü.Nargile Cafeyi tarif ediyor bize.Israrla kafenin adı ne diye soruyorum.Meğer ‘Nargile ‘ imiş adı.Türkiyede nargile cafelerin ayrı ayrı adları oluyor ya oyle sandım=)Türkçe konuşuyor oradakiler.Kahvaltı tabağı 140 denarmış yine indirim yaptırmaya çalışıyoruz ama yapmıyor çayı da dahil edelim o zaman diyor.Şaşırıyoruz çay zaten dahil değil mi yani diye.Değilmiş normalde.Biz de sınırsız çay o zaman diyoruz ve anlaşıyoruz =)
Güzelce kahvaltımızı edip yanına da 3 bardak çay içince keyfmiz yerine geliyor.

Kahvaltı sonrası mutluluk =)
Sonra yine otobüs terminaline gidiyoruz.Matka Kanyonu için 60 numaralı otobüse biniyoruz.Yarım saat süren yolculuğun ardından müthiş bir doğa güzelliğinin ortasında iniyoruz.Hemen donüş saatini oğreniyoruz 17.45.Sonra başlıyoruz nehir kıyısından yürümeye, patika bir yol var, yemyeşil akıyor nehir.



Patikanın sonunda geçiş yok, asfalt yola çıkıyoruz, yol boyu ilerleyince kanyonun içine doğru girmeye başlıyoruz.Bir otel ve restoranı var.Yanında St. Andreas kilisesi.
Kanyon dibinden yürüyüş yolu yapmışlar 6 km.Huzur içinde doğa ile baş başa yürüyüş yapıyoruz ağaçların ve kayalıkların arasından.




Su, nehir, kuş cıvıltıları tam kafa dinlemelik bir yer.Arada bir bank var oturup doğanın tadını çıkarıyorum düşüncelere dalıyorum.


Treska nehrinin üzerine kurulmuş yapay bir gol var, tekne turları düzenleniyor karts mağaralarında sarkıt ve dikitleri gostermek için ama biz katılmadık.
Kısacası tam cennetten bir koşe burası.
Aynı yoldan geri donüyoruz.Motorsiklet üzerinde düğün fotoğrafı çekilen gelin ve damat çok tatlıydı, biz de onlarla fotoğraf çekilip devam ediyoruz.

Donüşte yağmur bastırıyor,otobüste yağmuru izleyerek şehir merkezine geri donüyoruz.Hemen çarşı içinden yürüyerek Kocmoc (Kozmoz) denen lokantaya gidiyoruz.Etleri çok lezzetliymiş diyolla =)Tavsiye üzerine yarım porsiyon alıyoruz gerçekten de çok lezzetli.Bir de milli içecekleri varmış armutlu gazoz =)Tadı güzel.
Karnımızı doyurduktan sonra ayrılıp şehri tek başımıza gezmek istiyoruz, herkesin gormek istediği yer farklı.Ben Eski Türk Çarşısı’nın ara sokaklarına dalıyorum.


İleride Osmanlı mimarisi taş bir yapı gorüyorum.Kurşunlu Han olduğunu tahmin ediyorum.




Ama kapısı kapalı.Karşısında kahvehane var.Türkçe konuşan var mı diye soruyorum.Var diyorlar, bir yaşlı amca çıkageliyor.Hanı soruyorum ve tahminim doğru çıkıyor.’Gel bir çayımı iç’ diyerek beni içeri davet ediyor.Gidiyorum.Bir amca daha var içerde Türkçe bilen.Hatta o Almanca, Arnavutça, Makedonca, Fransızca ve Sırpça da biliyormuş.Başlıyoruz muhabbete.Amcaların adı Namık ve İsmet.Namık Amcanın bir doviz bürosu varmış burada, İstanbul Kapalıçarşı’da da bir şubesi.İstanbulu çok seviyorlar, hoş bir sohbetin ardından çay için teşekkür edip kalkıyorum ve çok mutlu oluyorum, çay da çok iyi geliyor doğrusu.

Bu arada Kurşunlu Han, Osmanlı hanlarından ayakta kalan en büyük ve en güzel üç handan birisiymiş. 16. yüzyılda Sultan III. Selim için çalışan bir bilim adamının oğlu olan Musledin Hoca tarafından yapılmış. Hana adını çatıyı örten fakat 1. Dünya Savaşı sırasında çıkarılan kurşun tabakası vermiş.

Oradan yukarı doğru yürüyünce Mustafa Paşa Camii var, Mustafa Paşa’nın da türbesi. Mustafa Paşa camiî 1492 yılında Yavuz Sultan Selim'in veziri olan Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Mustafa Paşa, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim'in veziri olan başarılı bir devlet adamı imiş.

Camiinin onündeki yol dosdoğru kaleye çıkıyor.Kale manzarası güzel olur diye düşünürken çatı manzarasıyla karşılaşıyorum.Upuzun surları baştan sona yürüyorum.Yürürken de bu surların üzerinde yaşanan tarihi düşünüyorum,gozümde canlandırmaya çalışıyorum.



Kaleden aşağı inerken Gurbeti gorüyorum, hem de bizim Ohrid’de birlikte paraşütle atladığımız Alman çocukla konuşuyor.’Hey Parachute Guy !’ diyorum, gülüyor=)Ayaküstü onunla konuşuyoruz, İstanbul’a da gelecekmiş, belki İstanbul’da da karşılaşırız diyerek ayrılıyoruz.
Yola Gurbetle devam ediyoruz.Arasta Camii nin onündeki kahveye oturuyoruz.15. yy eseri olan Arasta Camii komünizm zamanında ibadete kapatılmış, 1963 depreminde de tamamına yakını yıkılmış ve Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiş.Şu anda halka açık hoş bir camii.

 Burası o kadar güzel ki… Hava karardı, tepemizde ağaçlar, dallarda asılı lambalar yanıyor, onümüzde taş sokaklar, yan tarafta şadırvan, tam koşe bir yer.Amcalar namazdan çıkıp burada oturuyor.Kendimi Osmanlı zamanında yaşıyormuş gibi hissediyorum.Sohbet eden amcalar Türkçe konuşuyor, satranç oynuyorlar.Biz de tavla istiyoruz.Çay 10 denar, çok ucuz.Çok mutluyum burada.Kahveci Adnan Abi  sürekli çekirdek kabuğu ile dolan küllüğümüzü boşaltıyor.Çay-çekirdek-tavla, Üsküp’te ağaçlar altında müthiş üçlü…

Çok sevdik burayı,uzun süre oturuyoruz.Sonra kalkıp yine çarşı içini yürüyoruz.İshak Bey in türbesine gidip dua ediyoruz.Geri gelip çarşı içinde bedestenin içini geziyoruz.Osmanlı zamanında küçük esnafların mekanı olan beyaz duvarlı yapı şimdi 2-3 bar ve cafeye ev sahipliği yapıyor.Dükkanların bir kısmı da boş.Daha iyi değerlendirilebilir bu değerli yapı diye düşünmeden edemiyorum.


Çıkıp Taş koprü’yü geçiyoruz ve Vardar Nehri’nin kıyısında oturup koyu bir muhabbete dalıyoruz sevgili arkadaşım Gurbet ile.Ve hostele donüyoruz, yorucu bir günün ardından ayaklarımız uyarı veriyor yine.

1 yorum:

Cok guzel anlatmissiniz herseyi, tesekkurler.

Yorum Gönder