ÜSKÜP
Üsküp'e akşam geç saatlerde varıyoruz.Tren
istasyonunun hemen yanınında otobüs terminali var onun da yanında şehir içi
otobüs terminali.Hepsi aynı yerde.Taksiciye şehir merkezini soruyoruz.Yürüyerek
15 dk arabayla da 100 denara gotürürüm diyor.Kalacak yer soruyoruz.Saat 11 çok
geç oldu daire bulamazsınız diyor ve bir hostele gotürüyor.8 € kişi başı ama
beğenmiyoruz.Bir de şehir merkezinde güzel bir yer var ama 13 € diyor biz bir
bakalım belki indirim yaptırırız diyoruz ve düşüyoruz yola Rekord Hostele
gidiyoruz.Çok beğeniyoruz.Lüks ,temiz, merkeze yakın daha ne olsun.Gurbet
indirim yaptırıyor ve 9 € ya kalıyoruz.Üst ranzamda bir Amerikalı var çok
geveze=)
7 Ağustos Perşembe sabahı güzel, rahat bir
uykunun ardından 9 buçukta uyanıyoruz.Kahvaltı dahildi güya.Kahvaltı dedikleri
bir adet 7days kruvasan ve bir kuşburnu çayı =)Kahvaltı ardından yine düşüyoruz
yollara, istikamet Matka Kanyonu.Ancak otobüs saatlerini oğrenince şehir
merkezine geri yürüyüp biraz vakit geçiriyoruz oğleden sonraki otobüse binmek
için.Saatleri seyrek çünkü.İlk once meşhur Taş Koprüye gidiyoruz.
Vardar Nehri beni hayal
kırıklığına uğratıyor açıkçası.Suyu az ve bulanık.Bizim koydeki çaya benziyor
hatta çay daha güzel=)
Üsküp’ün
simgesi Taşkoprü 1451-1469 yıllarında II. Mehmed’in himayesi ve kontrolu altında
yapılmış. Kimi kaynaklara göre köprünün Mimar Sinan tarafından yapıldığı belirtilmekte.
Koprünün
olduğu yerde Arkeoloji Müzesi,Dış İşleri Bakanlığı gibi güzel binalar var.Yunan
tarzında yapılmış sanki eski binalar gibi gorünen ama yeni binalar.Yani o
gorüntüyü vermeye çalışmışlar ama ben hissedemedim,yapay geldi.Üsküp’ün her yerinde
heykeller var, onlar da yeni yapılmış ama ben onları da sevemedim.
Taş
Koprü’nün üstünden geçip old city ‘ye gidiyoruz.Türk dovizci abiden 60 denara
magnet alıyorum.Sonra güzel bir kahvaltı etmek istiyoruz kruvasan yetmedi tabiî
ki.Türk kahvesinde bir abiye Türk kahvaltısı yiyebileceğimiz bir yer var mı
diye soruyoruz hani şoyle peynirli zeytinli.Makedonlarda bu kültür yok
çünkü.Nargile Cafeyi tarif ediyor bize.Israrla kafenin adı ne diye soruyorum.Meğer
‘Nargile ‘ imiş adı.Türkiyede nargile cafelerin ayrı ayrı adları oluyor ya oyle
sandım=)Türkçe konuşuyor oradakiler.Kahvaltı tabağı 140 denarmış yine indirim
yaptırmaya çalışıyoruz ama yapmıyor çayı da dahil edelim o zaman
diyor.Şaşırıyoruz çay zaten dahil değil mi yani diye.Değilmiş normalde.Biz de sınırsız
çay o zaman diyoruz ve anlaşıyoruz =)
Güzelce
kahvaltımızı edip yanına da 3 bardak çay içince keyfmiz yerine geliyor.
Kahvaltı sonrası mutluluk =) |
Sonra
yine otobüs terminaline gidiyoruz.Matka Kanyonu için 60 numaralı otobüse
biniyoruz.Yarım saat süren yolculuğun ardından müthiş bir doğa güzelliğinin
ortasında iniyoruz.Hemen donüş saatini oğreniyoruz 17.45.Sonra başlıyoruz nehir
kıyısından yürümeye, patika bir yol var, yemyeşil akıyor nehir.
Patikanın
sonunda geçiş yok, asfalt yola çıkıyoruz, yol boyu ilerleyince kanyonun içine
doğru girmeye başlıyoruz.Bir otel ve restoranı var.Yanında St. Andreas
kilisesi.
Kanyon
dibinden yürüyüş yolu yapmışlar 6 km.Huzur içinde doğa ile baş başa yürüyüş yapıyoruz
ağaçların ve kayalıkların arasından.
Su, nehir, kuş cıvıltıları tam kafa
dinlemelik bir yer.Arada bir bank var oturup doğanın tadını çıkarıyorum
düşüncelere dalıyorum.
Treska
nehrinin üzerine kurulmuş yapay bir gol var, tekne turları düzenleniyor karts
mağaralarında sarkıt ve dikitleri gostermek için ama biz katılmadık.
Kısacası
tam cennetten bir koşe burası.
Aynı
yoldan geri donüyoruz.Motorsiklet üzerinde düğün fotoğrafı çekilen gelin ve
damat çok tatlıydı, biz de onlarla fotoğraf çekilip devam ediyoruz.
Donüşte
yağmur bastırıyor,otobüste yağmuru izleyerek şehir merkezine geri
donüyoruz.Hemen çarşı içinden yürüyerek Kocmoc (Kozmoz) denen lokantaya
gidiyoruz.Etleri çok lezzetliymiş diyolla =)Tavsiye üzerine yarım porsiyon
alıyoruz gerçekten de çok lezzetli.Bir de milli içecekleri varmış armutlu gazoz
=)Tadı güzel.
Karnımızı
doyurduktan sonra ayrılıp şehri tek başımıza gezmek istiyoruz, herkesin gormek
istediği yer farklı.Ben Eski Türk Çarşısı’nın ara sokaklarına dalıyorum.
İleride
Osmanlı mimarisi taş bir yapı gorüyorum.Kurşunlu Han olduğunu tahmin ediyorum.
Ama
kapısı kapalı.Karşısında kahvehane var.Türkçe konuşan var mı diye soruyorum.Var
diyorlar, bir yaşlı amca çıkageliyor.Hanı soruyorum ve tahminim doğru
çıkıyor.’Gel bir çayımı iç’ diyerek beni içeri davet ediyor.Gidiyorum.Bir amca
daha var içerde Türkçe bilen.Hatta o Almanca, Arnavutça, Makedonca, Fransızca
ve Sırpça da biliyormuş.Başlıyoruz muhabbete.Amcaların adı Namık ve İsmet.Namık
Amcanın bir doviz bürosu varmış burada, İstanbul Kapalıçarşı’da da bir
şubesi.İstanbulu çok seviyorlar, hoş bir sohbetin ardından çay için teşekkür
edip kalkıyorum ve çok mutlu oluyorum, çay da çok iyi geliyor doğrusu.
Bu
arada Kurşunlu
Han, Osmanlı hanlarından ayakta kalan en büyük
ve en güzel üç handan birisiymiş. 16. yüzyılda Sultan III. Selim için çalışan
bir bilim adamının oğlu olan Musledin Hoca tarafından yapılmış. Hana adını
çatıyı örten fakat 1. Dünya Savaşı sırasında çıkarılan kurşun tabakası vermiş.
Oradan
yukarı doğru yürüyünce Mustafa Paşa Camii var, Mustafa Paşa’nın da türbesi. Mustafa Paşa camiî 1492 yılında Yavuz Sultan Selim'in veziri olan Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Mustafa Paşa, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim'in veziri olan başarılı bir devlet adamı imiş.
Camiinin
onündeki yol dosdoğru kaleye çıkıyor.Kale manzarası güzel olur diye düşünürken
çatı manzarasıyla karşılaşıyorum.Upuzun surları baştan sona yürüyorum.Yürürken
de bu surların üzerinde yaşanan tarihi düşünüyorum,gozümde canlandırmaya
çalışıyorum.
Kaleden
aşağı inerken Gurbeti gorüyorum, hem de bizim Ohrid’de birlikte paraşütle
atladığımız Alman çocukla konuşuyor.’Hey Parachute Guy !’ diyorum, gülüyor=)Ayaküstü
onunla konuşuyoruz, İstanbul’a da gelecekmiş, belki İstanbul’da da karşılaşırız
diyerek ayrılıyoruz.
Yola
Gurbetle devam ediyoruz.Arasta Camii nin onündeki kahveye oturuyoruz.15. yy
eseri olan Arasta Camii komünizm zamanında ibadete kapatılmış, 1963 depreminde
de tamamına yakını yıkılmış ve Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore
edilmiş.Şu anda halka açık hoş bir camii.
Burası o kadar güzel ki… Hava karardı,
tepemizde ağaçlar, dallarda asılı lambalar yanıyor, onümüzde taş sokaklar, yan
tarafta şadırvan, tam koşe bir yer.Amcalar namazdan çıkıp burada
oturuyor.Kendimi Osmanlı zamanında yaşıyormuş gibi hissediyorum.Sohbet eden
amcalar Türkçe konuşuyor, satranç oynuyorlar.Biz de tavla istiyoruz.Çay 10
denar, çok ucuz.Çok mutluyum burada.Kahveci Adnan Abi sürekli çekirdek kabuğu ile dolan küllüğümüzü
boşaltıyor.Çay-çekirdek-tavla, Üsküp’te ağaçlar altında müthiş üçlü…
Çok
sevdik burayı,uzun süre oturuyoruz.Sonra kalkıp yine çarşı içini
yürüyoruz.İshak Bey in türbesine gidip dua ediyoruz.Geri gelip çarşı içinde
bedestenin içini geziyoruz.Osmanlı zamanında küçük esnafların mekanı olan beyaz
duvarlı yapı şimdi 2-3 bar ve cafeye ev sahipliği yapıyor.Dükkanların bir kısmı
da boş.Daha iyi değerlendirilebilir bu değerli yapı diye düşünmeden edemiyorum.
Çıkıp
Taş koprü’yü geçiyoruz ve Vardar Nehri’nin kıyısında oturup koyu bir muhabbete
dalıyoruz sevgili arkadaşım Gurbet ile.Ve hostele donüyoruz, yorucu bir günün
ardından ayaklarımız uyarı veriyor yine.