Gezmek benim için bir hayaldi sonra tutku oldu.Gezdikçe gezesim,yaşadıkça yaşayasım geldi.Bu gezilerde yaşadıklarımın elle tutulur gozle gorülür bir kanıtı olması adına o güzel anıları somutlaştırmak için başlıyorum yazmaya.Belki okuyanlara da ufak tefek bilgilerle rehber olması umuduyla.Haydi bakalım =)

16 Eylül 2014 Salı

MANASTIR (BITOLA)

Posted by Gezgin Eda On 14:12 No comments

Takvimler 6 Ağustos 2014,Çarşamba gününü gosteriyor.Sabah erkenden uyanıyoruz.Kahvaltımızı edip çantaları toparlıyoruz.Ohrid’den ayrılma vakti geldi.Oysa ki çok sevmiştim bu şehri, hüzünleniyorum elimde olmadan.Sonra kimbilir Makedonya’nın diğer şehirlerinde bizi ne güzellikler, ne anılar bekliyor diyerek umutlandırıyorum kendimi.Yeniden heyecanlanarak yaklaşık 20 dk. yürüyoruz otobüs terminaline.Ohrid-Bitola arası kişi başı 210 Denarmış.Tahmin edebileceğiniz gibi yine taksiyle anlaşıyoruz =)900 denar veriyoruz taksiciye.4 kişi olduğumuz için boylesi daha iyi oluyor.Kişi başı 225 denara denk geliyor.
Bitola’ya yani diğer adı ile Manastır’a varıyoruz.Manastır Türkçe ismi, Bitola ise Osmanlı doneminden sonra kullanıma girmiş olan Makedonca ismi.
Manastır, Balkanlar ile Orta Avrupa arasında geçiş güzergahı üzerinde yer alıyor.12 ülkenin elçiliklerinin bulunduğu bu şehir, konsolosluklar şehri olarak anılıyor.Bu ülkeleri sayacaksak olursak Birleşik Krallık,Bulgaristan,Fransa,Hırvatistan,Karadağ,Romanya,Rusya,Slovenya,Türkiye,Sırbistan,Ukrayna,Yunanistan.

1382 yılında I.Murat zamanında Timurtaş Bey tarafından Osmanlı topraklarına katılan Manastır,1912 yılında Balkan savaşları ile Osmanlı idaresinden çıkıyor.530 yıl Osmanlı idaresinde kalmış olan bu güzel şehir o zamanlar Rumeli vilayetinin en ileri gelen şehirlenden.Bizim için bir diğer onemli nokta da Mustafa Kemal Atatürk’ün buradaki Manastır Askeri İdadisinde eğitim gormüş olması.


Manastır meydanında ilk olarak gordüğümüz yapı Yeni Camii.Ama kapalıydı,kullanılmıyordu.Bir diğer camii de restorasyonda.Burada hiç cami ziyaret edemiyoruz.Yine meydanda şehrin amblemlerinden biri olan Bitola Saat Kulesi bulunuyor.17.yy da inşa edilen kule,30 metre uzunluğunda.Saat mekanizması birkaç kez değiştirilmiş, müzik içeriği olarak dünyadaki saat kuleleri içerisinde en farklı olanlardan biri olduğu soyleniyor.
Çantamızı bırakmak için bir yer arıyoruz ve buranın en işlek caddesi olan Hamidiye caddesi boyunca yürüyoruz.
Sağlı sollu restoranlar,dükkanlar var,trafiğe kapalı Hamidiye caddesi.Güzel bulduğumuz dondurmacı,pastane tarzı bir yere oturuyoruz.İki top dondurmaya 40 denar veriyorum.Burada çalışan kız çok sempatik, her sorumuza içtenlikle cevap veriyor.Mekanın nimetlerinden hemen faydalanmaya başlıyoruz,wifiye bağlanıyoruz, çantaları bırakıyoruz ve gezmeye başlıyoruz.
Caddenin sonunda bulunan,daha once de bahsetmiş olduğum Atatürk’ün lise eğitimini aldığı Manastır Askeri İdadisini ziyaret ediyoruz.


Şu anda müze olarak hizmet veriyor ve içerisinde Atatürk Anı Odası bulunuyor.


Burada bulunan Mustafa Kemal’in balmumum heykeli Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen tarafından yaptırılmış.Atatürk ile ilgili pek çok fotoğraf gorebilir,ilginç bilgilere erişebilirsiniz.Mesela Atatürk’e yazılan bir aşk mektubu sergileniyor.Mektup Eleni Karinte tarafından yazılmış.


Türkçesini alıntılıyorum:
 “  Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor.Hayat devam ediyor.Mektubumu okurken, başka bir kadınla birlikteysen eğer, mektubumu yırt at ve o kadına sor Bitola’dan Eleni Karinte diye bir kadının seninle bir gün geçirmek için
hayatını verebileceğine inanır mı?. Eğer sen o kadını benim seni sevdiğim kadar seviyorsan, ona hiçbir şeyden bahsetme ve mutlu olmasını sağla.Fakat, balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, bil ki seni hala bekliyorum ve omrüm boyunca bekleyeceğim.Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığının, eve kapatıp tam bir ay boyunca çıkmama izin vermediğinin üzerinden yıllar geçti. Ağlamadım çünkü biliyordum ki tüm kilitler ve hapisler boşunaydı.Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevip sevemeyeceğimi sordu.Bense, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim. Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, Eleni Karinte’n.”
Eleni ve Atatürk hiçbir zaman kavuşamamışlar.Bu duygusal mektubu okuduktan sonra serginin geri kalan kısmını gezip caddeye donüyoruz.Old Bazaar’ı arıyoruz.Ancak bulduğumuz yer oldukça küçük.Dar sokaklar arasında biraz dolanıp hayratlardan faydalanıyoruz.Balkan şehirlerinin en güzel yanı bu çeşme ve hayratlar=) Her seferinde bol bol su içip bol bol dua ediyorum atalarımıza.Yıllar once bu iyi niyetli insanların yaptırdığı çeşmelerden hala binlerce insan nasipleniyor.

Yemek yemek için yine Hamidiye caddesine yoneliyoruz.Bu caddede mimarisi oldukça hoş cumbalı evler bulunuyor.Elveda Rumeli dizisinin bazı çekimleri de burada yapılmış.



Güzel bir restoranda karnımızı doyururken onümüzden Issız Adam’da oynayan güzel oyuncu Melis Birkan geçiyor. Dondurmacıya çantalarımızı almaya gidiyoruz.Bu arada hava bozuyor,hafiften yağmur yağmaya başlıyor.Otel gibi kullandığımız dondurmacıda üstümüzü değiştiriyoruz.Sonra bir Türk restoranı bulup çay içmeye gidiyoruz.Çay ne büyük bir nimetmiş =) Fark ettiyseniz Balkanlarda her gün çay içiyoruz biz=) Çay keyfinden sonra istasyona doğru yürümeye koyuluyoruz.Üsküp’e trenle geçeceğiz.Yemyeşil ,tertemiz büyük bir parktan geçiyoruz.

İstasyon yıllar oncesinden kalma harabe gibi bir yer.
Bilet için kişi başı 304 Denar diyorlar.Yine Türkçe bilen bir gorevli oturuyor arka tarafta.’Bu tarafa gelin,bilet almayın,ben konduktorum yardımcı olurum’ diyor.Koşa koşa gidiyorum yanına.Bozuk Türkçesi ile bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama ben anlamakta zorlanıyorum.Bilet almadan nasıl binebiliriz trene diye düşünürken kızıyor bana ‘Ben alamanca konuşmuyorum,neden anlamıyorsun ‘diye.Halbuki amcanın Türkçesi bayağı bir bozuk, ayrıca rüşvet gibi bir şey teklif ediyor.

Yediğim azara rağmen hala gülümsüyorum,indirim yaptıracağım ya =)Bir şekilde kişi başı 150 denara anlaşıyoruz.Amca çok asabi, soylemeden edemeyeceğim.
İstasyon eski, kendimi 1900 lü yıllarda yaşıyormuş gibi hissediyorum treni beklerken.İnsanlar bile o zamanlardan kalma gibime geliyor=)
Ve nihayet yine yıllar oncesinden kalma trenimiz gorünüyor.Hiç boyle bir trenle yolculuk yapmamıştım ve soylemeliyim ki bu da hayallerimden birisi idi=)



Kompartıman Kemal Sunal’ın filmindeki kompartımana benziyor.Nostalji yapa yapa gidiyoruz, yemyeşil tarlalar arasında tıngır tıngır yolculuk ediyoruz.İnanılmaz keyifli bir deneyim oluyor bu benim için.


Bu arada bilet kontrolü için biletçi ve bizim konduktor amca geliyor.Verdiğimiz paraları aralarında kırışıyorlar anladığım kadarıyla.Yaptığımız yasal değil biliyorum ama oldukça uygun ne yalan soleyeyim =)

Trendeki insanlara Üsküp’ün hangi durak olduğunu soruyorum.Son durak,merak etme diyorlar ve son durak Üsküp’te iniyoruz.

Üsküp yazısına geçmeden once Atatürk’ün hayatının anlatıldığı Veda filminde de soylenen meşhur  ‘Manastır’ın ortasında var bir havuz ‘ türküsü buyurun sizlerle.








15 Eylül 2014 Pazartesi

OHRID- ST.NAUM- STRUGA

Posted by Gezgin Eda On 12:19 No comments

Günlerden 5 Ağustos 2014,Salı.Erkenden uyanıyoruz.Çok heyecanlıyız çünkü paraşütle atlayacağız bugün.Hayallerimden biri sonunda gerçekleşecek, inanamıyorum.Bir onceki gün anlaştığımız gibi plajın orada buluşuyoruz adamlarla.Jiple bizi dağın tepesine çıkaracaklar.Yollar aynı bizim koyun yolları gibi çakıl,taş.Hatta koydekinden de bozuk.Normal bir araba çıkamaz yani jip isabet olmuş.Yeşilliklerin arasında virajlı, taş-çakıl yollardan manzarayı seyrederek bir saat süren jip safariden sonra tepede bir yerde iniyoruz.Gorüntü harika.



1300 metre yükseklikten atlayacağız.Gurbet,ben ve bir Alman olmak üzere 3 kişiyiz.Teker teker atlayacağız ama elbette her birimizle bir profesyonel paraşütçü olacak.Once kim atlamak ister diye soruyorlar.Gurbetin ve benim parmaklar dosdoğru Almanı gosteriyor ‘O erkek.Once o atlasın ‘ diyerek =)O da sağolsun gonüllü oluveriyor hemen.Olmayıp da ne yapsın, kızlara rezil olmak var bir de =)

Anlatıyorlar bize kısaca ne yapmamız gerektiğini.Yapacağımız şey sadece koş deyince koşmak=) Havalanmak için birkaç adımlık mesafeyi koşacağız ve sonra ayaklarımız yerden kesilecek.Bol kemerli bir aparatı giydiriyorlar bize.Başımızda kasklar.Hazırız uçmaya =)


Bir de uzun sopalı fotoğraf makinesi tutuşturuyorlar elime.Sadece poz verecekmişim, o otomatik olarak çekiyormuş hiçbir düğmeye dokunmadan.Ve başlıyoruz,once Alman çocuk koşuyor ve havalanıyor.Sıra bende,kalbim küt küt atıyor heyecandan =) Durmamız gereken çizgide durup pozisyon alıyoruz ve saymaya başlıyor 3,2,1 koş =) Paraşütçü adam oyle hızlı koşuyor ki benim ayaklarım yetişemiyor onun hızına, havada asılı kalıyor resmen ve bir de bakıyorum paraşütümüz açılmış ve ben havadayım =)Bu kadar basitmiş yani =) Bundan sonrasında balkonda oturur manzara izlermiş gibi izliyorum sadece, hiçbir heyecanı yok,sadece çok keyifli.Ayaklarımı sallaya sallaya izliyorum muhteşem gorüntüyü.Ama şunu soylemeliyim ki ilk atladığımızda rüzgarın şiddetle suratıma çarptığı bir yer vardı.Hatta bizi geriye doğru savurdu biraz.O zaman korkmadım denemez.Sordum hatta adama ‘Her şey yolunda mı?Geriye doğru gidiyoruz biz.’ diye.O da ‘sakin ol her şey kontrol altında, geçecek şimdi’ dedi ve geçti =) Bir de tam Ohrid golünün üzerindeyken bir an aşağıya doğru baktım, yeşilin en harika tonlarının açıktan koyuya doğru gittiği derin bir yerin üzerindeyiz.Allah korusun bir aksilik olsa kemerler açılsa ve düşsem kurtuluşum olmaz diye düşünmedim değil doğrusu.Ama hemen sildim bu düşünceyi kafamdan ve ayaklarımın altındaki yeşillik tepelerin, çarşaf gibi uzanan golün,şehrin, manzaranın tadını çıkardım=)Yükseklik korkusu olanlar hariç herkese tavsiye ediyorum =)

Paraşütçü adamla da muhabbet ediyorum bu arada.Bu işe nasıl başladığını, ne kadar süredir yaptığını soruyorum.Üsküpte başlamış,zaten merakı varmış ve 4 yıldır yapıyormuş.Adını hatırlamıyorum, belki de sormamışımdır.Paraşütü golün üzerinden tam da ineceğimiz noktaya yonlendirmeyi nasıl başardı bilmiyorum ama bir saat boyunca çıktığımız tepeden paraşütle 15 dkda sağ salim indirdi bizi.Çok kısa sürdü gibime geliyor.

Beklediğim kadar heyecanlı olmayan ama oldukça keyifli olan bu etkinliği iyi ki yapmışım diyorum şimdi.Bir süre Gurbetin inişini bekliyorum.Paraşütleri açılmamış ikinci kez denemiş onlar, o yüzden uzun sürmüş.O da sağ salim inince mutluluğumuzu paylaşıp resimlerimizi almaya gidiyoruz.Sonra eve gidip bir şeyler atıştırıyoruz ve evdeki arkadaşlarla birlikte Sveti Naum’ a gitmek için yola koyuluyoruz.Sorup soruşturup otobüs durağının yerini oğreniyoruz.Ama maalesef İngilizce bilmeyen bir şofore denk geliyoruz.Yanlış arabaya binmişiz meğer.Şofor bizi aldığı yere geri getiriyor.Olan bizim 120 denara oluyor.Neyseki paranın değeri çok düşük burada.Durakta Türkçe bilen bir taksi şoforuyle 800 denara anlaşıyoruz.O zaman indirim yaptırdığımızı düşünmüştük ama donüşümüz daha ucuz olacak =)
Sveti Naum Ohrid’den yarım saat uzaklıkta,oraya vardığımızda bir de bakıyoruz ki herkes gole giriyor ve su Ohrid’dekinden daha temiz,pırıl pırıl.Bikinilerimizi giymediğimize pişman oluyoruz ve kiliseye doğru yürümeye başlıyoruz.Yol üzerinde ‘Kara Drim ‘in berrak suyuna hayran kalıyoruz.Suyun altındaki yosunlar sanki ağaçların golgesiymiş gibi duruyor.Burası Ohrid Golüne hayat veren nehir.Buradan kaynayan sular Ohrid golüne,golü geçerek Struga’ya varıyor.

Tepedeki Sveti Naum kilisesinin manzarasına bakınca daha da hayran kalıyoruz.Ohrid golü boylu boyunca uzanıyor, sanki uçsuz bucaksızmış gibi gorünüyor.


Sveti Naum kilisesinin tarihine gelince; 905 yılında Bulgar Krallığı zamanında Aziz Naum tarafından yapılmış bir Ortodoks kilisesi kendisi.Kilisenin bulunduğu bolge 1912den 1925e kadar Arnavutluk sınırları içindeymiş.1925 yılında Arnavutluk,Yugoslavya ile olan gorüşmelerin sonucunda, iyi niyet gostergesi olarak bu toprakları Yugoslavyaya bırakmış.






Kilisenin bahçesinde bir sürü tavuskuşu serbest bir şekilde dolaşıyor ve çok değişik bir ses çıkarıyorlar.Bağırıyorlar resmen =)Donüşte Galicica Ulusal Parkı’nın içinde karavanların olduğu bir kamp alanından geçiyoruz.Doğa ile baş başa olan aileler karavanlarının onünde biber kızartması yiyorlar.Kamp alanında yürürken onüme yılan çıkıyor, kıvrıla kıvrıla sakin sakin yoluna devam ediyor.Neredeyse üstüne basıyordum.Ohride donüş için otobüs durağının oraya gidiyoruz ama otobüsün gelmesine çok var.Bizim gibi bekleyen bir Japon kız var, onunla konuşup ortaklaşa taksi tutuyoruz ve 600 denara Ohride donüyoruz.Daha ucuz olacak demiştim =)
Aynı taksi şoforuyle yolda giderken Struga’ya gitmesi için de anlaşıyoruz ve 400 denar da Struga için veriyoruz.Struga gol kenarında kurulmuş başka bir şehir.Hemen bir restorana girip karnımızı doyuruyoruz kebapla.Ama Ohriddeki kebabı daha çok beğenmiştim.Yemekten sonra Ohrid Golünden doğan Kara Drin Nehri’ni gormeye gidiyoruz.Yani Sveti Naumda gordüğümüz nehir.Ohrid golünü geçip buraya geliyor demiştim.Nehrin kenarlarında cafeler,restoranlar var.

Koprülerden atlayıp yüzen gençleri gormek de mümkün.Nehir boyunca yürüdükten sonra plaj tarafına gidip bir bankta oturup çekirdek yiyoruz manzaraya karşı.Bir müddet muhabbet ettikten sonra aynı yoldan geri donüyoruz.Yol üzerinde bir Arnavut düğününe denk geliyoruz ve hemen dalıyoruz içeri.Hepsi birbirinden süslü,güzel kızlar halay çekiyorlar.Bazıları beyaz yoresel kıyafetlerini giyiyor.Gelin hep suratsız,hiç gülmüyor.Fotoğraf çekilirken kameraya bile bakmıyor.Meğer onların adeti boyleymiş.Fotoğrafçı abi soyledi.Biz de gelinle fotoğraf çekiliyoruz.Biraz onları izleyip,lokumlarımızı alıp çıkıyoruz dışarı.

Donüş yolunda müftülük binasını gorüyoruz.Bahçesinde türbeler var, duamızı edip devam ediyoruz.
Strugada gorülecek pek fazla bir şey yok,oldukça küçük bir şehir ama nehir kıyısı ve nehrin golden çıktığı yer güzel.Ayrıca Struga Şiir Akşamları ile meşhur.1961 den beri dünyanın dort bir yanından gelen şairler şiirlerini seslendiriyormuş Struga Şiir Akşamları’nda.Bu, Strugalı ünlü şairler Konstantin ve Dimitar Miladinov ‘un anısı üzerine yapılıyor.Bu iki kardeş Osmanlı’ya direnme suçu ile İstanbul’da hapse düşmüş ve 1862 yılında vefat etmişler.Her yıl bir ülkenin şiirinin tanıtıldığı bu etkinlik sonunda Altın Çelenk odülü veriliyor.Bu odülü Fazıl Hüsnü Dağlarca da 1974 yılında almış.
Donüş için otobüs durağında bekliyoruz, bu sefer taksiye binmemeye kararlıyız ancak ne yazıkki yine taksicinin biri bizi ikna etmeyi başarıyor ve 200 denara Ohride donüyoruz.Aynı yolu sırasıyla 600-500 ve 200 denara gitmiş oluyoruz boylelikle yani Ohrid-Struga yolunu=)

Ohrid’de yine her zamanki gibi çarşıya gidiyoruz,dovizci abiye uğruyoruz.Oğlu Gani ile tanışıyoruz.Ben hayatımda bu kadar tatlı,akıllı,yakışıklı ve edepli çocuk gormedim desem yeridir=)Gani 12 yaşında 7.sınıfa geçmiş, ekonomi,siyaset,futbol ve daha pek çok konu hakkında sohbet edebileceğiniz harika bir çocuk.Makedonya’nın Dünya Bankası’na ne kadar borcu olduğunu bile biliyor.Babasını boyle terbiyeli ve akıllı bir çocuk yetiştirdikleri için tebrik ettim ve dua ettim ne olur benim de boyle bir oğlum olsun diye =)Ganiyi de yanımıza alıp çay ocağına çay içmeye gidiyoruz.Koyu bir muhabbetten sonra onu babasına teslim edip Antik Tiyatroya doğru yürüyoruz eski şehrin ara sokaklarından.Ama bu gece konser yokmuş meğer.Sonra dar sokaklardan beyaz evlerin arasından capcanlı bir gece hayatına şahitlik ederek gol kenarına doğru yürüyoruz.Barlar,cafeler dolup taşıyor.Gole ayaklarımızı uzatıp yine çekirdek yiyerek muhabbet ediyoruz ve evimize donüyoruz.





9 Eylül 2014 Salı

MAKEDONYA

Posted by Gezgin Eda On 14:45 No comments

KÜNYE



Slogan: Ya bağımsızlık ya ölüm
Başkent : Üsküp (en büyük şehir)
Resmi dil: Makedonca
Etnik gruplar %64 Makedon, %25 Arnavut, %4 Türk %2 Roman %1 Sırp %4 Diğer

Para birimi: Denar (MKD)

OHRID
Gece geç saatte Ohrid’e varıyoruz.Geç saat olmasına rağmen her yer cıvıl cıvıl, insan kaynıyor.Neredeyse yürümekte zorlanacak kadar.Çünkü en merkezi yerindeyiz Ohrid’in.Sonradan adının Çınar Meydanı olduğunu oğrendiğim bu meydanda biraz bekledikten sonra kiralık ev buluyoruz.Sırt çantalarımızı goren insanlar gelip soruyor zaten Apartment ? diye.Geceliği 25 € ya güzel büyük bir daireye yerleşiyoruz.Bu kocaman evde bizden başka kimse olmayacak, 2 gece kalırız diye düşünüyorduk ancak bu harika şehrin cazibesine kapılıp 3 gece kalmaya karar vereceğiz sonradan.Merkeze yürüyerek 8-10 dk,Plaj ve çarşı arasında bir yerde kalıyor dairemiz.Eve yerleştikten sonra tekrar çarşıya yemek yemeye gidiyoruz.Türk Çarşısı ‘ymış buranın adı.İnsanların akın akın üzerinize yürüdüğü bu cadde trafiğe kapalı elbette.Sağlı sollu mağazalar; çoğunlukla kuyumcular ve butikler var.Ohrid incisi meşhurmuş.Biz satın almadık siz deneyebilirsiniz.Paramızı bozdurmak için girdiğimiz doviz burosundaki abi çok iyi derecede Türkçe konuşuyor.Kendisi Arnavut olan bu abinin eşi İzmirli.İzmirin kızları güzeldir genellemesine de oldukça uyuyor bu güzel bayan.Bizi o kadar sıcak ve samimiyetle karşılıyorlar ki Ohrid’de kaldığımız her gün mutlaka uğruyoruz yanlarına.Onların tavsiyesi ile dovizcinin az ilerisindeki bir restorana gidiyoruz.Balkanlardaki en lezzetli kebapları yediğim bu restoranın adını hatırlamamakla birlikte, yerini uzun bacalı olan diye tarif ettiklerini anımsıyorum =)Tüm Balkanlar gezimiz boyunca en lezzetli kebapları burada yiyorum.Kebaplar kofte şeklinde oluyor buralarda.Bir porsiyonda on kofte var.Yaklaşık 2 €.Çok ucuz,çok doyurucu ve çok lezzetli.Koftenin yanında verilen ekmeği sarıp kahvaltıda yeriz diye eve gotürdüğümüzü itiraf etmeliyim burada.Zira tasarrufun dibine vurduk tüm gezi boyunca=)


OHRID’DE 1. GÜN
Ertesi gün 4 Ağustos 2014,Pazartesi.Yorgunluktan geç uyanıyoruz.Marketten kahvaltılık malzeme alıp, menemen yapıyoruz.Biz 4 arkadaş grup olarak yeni tatlar denemeye açık değiliz maalesef.Ayrıca evde yemek pişirmek her zaman için daha tasarruflu oluyor=) Kahvaltıdan sonra bikinilerimizi giyip gole yüzmeye gidiyoruz.Yol üzerinde Garden Hotel ‘in cafe/restoranında bir şeyler içiyoruz sırf wifi şifresi alabilmek için.Ben milkshake içiyorum ama beğenmiyorum.Buralardaki bütün süt ürünlerinde olduğu gibi bunda da çok süt tadı geliyor =)
Bu küçük molanın ardından istikamet Ohrid Golü.Yol üzerinde hemen gol kenarında bir alanda yamaç paraşütü yapıldığını gorüyoruz ve heyecanla adamların yanına koşuyoruz.Yamaç paraşütü yapmayı en çok istediğim aktivitelerden biriydi.Fethiyede yaparım diye düşünüyordum ama kısmet burayaymış=) 49 € ücreti var, pazarlıkla 40 € ya indiriyoruz.Orta yaşlı, çok karizmatik olan adamla yarın sabah saat 9da burada buluşmak üzere anlaşıyoruz ve bu mutlulukla günümüze devam ediyoruz.
  Burada Ohrid Golü’nden bahsetmeliyim size.Ohrid Golü Balkanlardaki en eski ve derin gol olmakla biliniyor.30 km uzunluğundaki bu golün en derin noktası 288 m.Golün ekosisteminde dünya çapında oneme sahip yaklaşık 200 tür canlı bulunuyor.1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür mirası listesine alınan bu gol, maalesef insanoğlunun meydana getirdiği olumsuz etmenler sonucu tehlike altında imiş.Gol çevresinde birçok küçük balıkçı koyü olmasına karşın turizmden elde edilen kazanç balıkçılık gelirlerinden daha fazla.
Biz de turizme katkıda bulunuyor ve Kuba Libre Beach tarafında gole giriyoruz.Su güzel.Bu kısımda kumluk plaj yok ama çimenlik var ki kumdan daha iyi olduğunu düşünüyorum.Yüzerken voleybol oynayan bir grup insanla tanışıyoruz.Hiç İngilizce bilmiyorlar ama birlikte voleybol oynarken oldukça eğleniyoruz.Beden dili her zaman için etkili bir yontem=)Keyifle yüzüyoruz,keyifle güneşleniyoruz.
Ohrid Golü

Ve yine karnımız acıkıyor.Evimizde domates-biber soslu makarnamızı afiyetle yedikten sonra şehri gezmeye çıkıyoruz.

Şehirden kısaca bahsedecek olursak, 6000 yıllık bir yerleşim tarihine sahip olan Ohrid,sırasıyla Frigler,Güney Slavları,Doğu Roma,Birinci Bulgar Devleti,Osmanlı İmparatorluğu,Yugoslavya Krallığı,Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ve Makedonya Cumhuriyeti’ne ev sahipliği yapmış. 1395 yılında Osmanlı topraklarına katılmış, 1912 yılında Osmanlı egemenliğinden çıkmış.Şu anda Makedonya’nın en onemli turizm merkezi konumunda.
Osmanlı döneminden kalma 10 cami, 1 de tekke bulunuyor. Kiliselerin sayısı ise yaklaşık olarak 40.
Slavlar için oldukça onemli olan Kiril alfabesinin doğduğu yer Ohrid.

Bu bilgileri de aktardıktan sonra kaldığım yerden devam ediyorum.Yakıcı sıcak artık geçmiş durumda.Marshal Tito caddesi boyunca,gol kenarında huzurlu bir yürüyüş ardından tekrar Türk çarşısına varıyoruz.
Gol kenarı

Ohrid Çarşısı

Pitonlu güzel kızlarımız var burada=)Arkadaşım cesaret edip yılanlardan birini boynuna dolayıveriyor ve fotoğraf çekiliyor.Ben cesaret edemiyorum tabi.Ama şimdi düşünüyorum da aslında yapabilirmişim =)


‘Old Town’ yani eski şehre doğru ilerliyoruz.Şehrin ara sokakları dar,evler beyaz.Aynı Safranbolu evlerine ve taş sokaklarına benziyor. Osmanlı mimarisinin ve şehir yapısının en güzel orneklerinden biri diye düşünüyorum.Ayrıca şehir komple Unesco Dünya Mirası listesinde olduğu için her yer çok temiz.
Eski şehrin beyaz evleri

Taş sokaklar


Ara sokaklardan yukarı, kaleye doğru yürüyoruz.Yukarı çıktıkça gol manzarası harika olmaya başlıyor.

Gol manzarası

Yol üzerinde St.Constantine and Helena Kilisesi bulunuyor.Bu kilise Kral Constantine ve annesi Helena adına 1477 yılında yapılmış.Kapalıydı tabiî ki giremedik içine.
St.Constantine and Helena Kilisesi

Biraz ilerisinde Sveti Bogorodica Perivleptos (Holy Mary Perybleptos) kilisesini gorüyorsunuz.St. Pantheleimon kilisesi Osmanlı zamanında camiye donüştürülünce oradaki Aziz Kliment’in kutsal emanetleri buraya getirilmiş, o yüzden St.Climent kilisesi olarak da biliniyor.
Sveti Bogorodica Perivleptos


Yolumuza devam ediyoruz ve ileride Antik Tiyatro’ya doğru ayrılan yolu gorüyoruz.Konser hazırlıkları var gibi gorünüyor ama bizim amacımız tepedeki kaleye ulaşmak.Kaleyi gordükten sonra donüşte antik tiyatroya uğrarız diye düşünüyor ve yolumuza devam ediyoruz.Artık hava kararmaya başladı.

Kaleden once Saint Pantheleimon Manastırına vardığımızda çevresinde arkeolojik kazıların hala devam etmekte olduğunu gorüyoruz.Burası Makedonların en kutsal yeri.Binlerce Ortodoks dini bayramlarda ozellikle Noel ve Paskalyada burada toplanıyormuş.Tarihi 9. Yy ‘a dayanan bu manastırı Bulgar Kralı Boris’in isteği üzerine Aziz Kliment kendisi tasarlamış ve inşa etmiş.Burada Kiril alfabesinin oğretimini ve yaygınlaştırılmasını gerçekleştirmiş.Bu yüzden Avrupanın en eski universitesi olduğuna inanılıyor.Kendisinin mezarı da burada bulunuyor.Aziz Kliment kim oluyor derseniz; kendisi Ohrid’in koruyucu azizi, en ünlü bilgini ve düşünürü,aynı zamanda Kiril alfabesini bulan St. Kiril ‘in oğrencisi.Ayrıca bu manastırın bahçesinde Fatih Sultan Mehmetin askerlerinden olan Nişancı Sinan Yusuf Çelebi 'nin de türbesi bulunuyor.

St. Panteleimon Manastırı

St. Panteleimon Manastırı

Bu kiliseyi de geçtikten sonra ağaçlıkların arasında bir yoldan ilerleyip nihayet kaleye ulaşıyoruz.Kalenin adı Samuil’s Fortress.Ortaçağlarda Samuil’in yonetimindeki I.Bulgar İmparatorluğu’nun başkentiymiş.Makedon Kralı II.Philip zamanında M.O 4.yyda inşa edilen bir yapının üzerine kurulduğu soyleniyor.


Samuil's Fortress


Kale ziyaretinden sonra Antik Tiyatroya donüyoruz.Konser başlamak üzere ancak basamaklar dolu değil.Giriş kısmına doğru yürüdüğümde ücretli olduğunu oğreniyorum.Kimin konseri olduğunu bile bilmiyoruz ama tiyatronun tam üst kısmındaki çimenliklere kurulup merakla beklemeye başlıyoruz.Bedava izlemek isteyenler hep burada toplanıyor=)Daha sonra gorevlilerden biri gelip biletleri satamadıklarını dolayısıyla içeri girebileceğimizi soyluyor.Biz de cümbür cemaat içeri giriyoruz ve harika bir keman performansı izliyoruz, müzik ziyafetiyle gecemiz şenleniyor =)

Ohrid’deki 2.gün için diğer yazıyı beklemeniz gerektiğini bildiriyor,keyifli dinlemeler diliyorum=)


3 Eylül 2014 Çarşamba

ARNAVUTLUK

Posted by Gezgin Eda On 14:12 No comments


KÜNYE

Slogan: "Arnavutluk, bana şeref ver; bana Arnavut ismi ver."
Başkent : Tiran (en büyük şehir)
Resmi dil: Arnavutça
Etnik gruplar %95 Arnavut, %3 Yunan, %2 diğer (Arumenler, Makedonlar)
Para birimi: Lek


TIRAN
Balkanlar gezimize 4 kişilik bir arkadaş grubu olarak Arnavutluk’tan başlıyoruz.Tarih 3 Ağustos 2014. İlk durağımız Tiran.Havaalanı oldukça küçük.İlk işimiz para bozdurmak tabii ki.30 € bozdurup 4000 Lek alıyoruz ve taksiciyle anlaşıp şehir merkezine gidiyoruz. Notlarımızda bir tam günde gezilebilir bu şehir yazıyor.Biz de buna uygun olarak akşam Makedonya’ya geçmeye karar veriyoruz ve taksiden iner inmez bir turizm acentesine gidip Struga’ya bilet alıyoruz.Otogar yok ,otobüs biletlerini turizm acentelerinden almanız gerekli.Size tavsiyem bu acentelerde iyi pazarlık yapmanız.Çünkü her biri farklı fiyat veriyor.Hatta anlaştığınız rakama uymayıp otobüse binerken fazlasını da talep edebiliyorlar.Zira bizim başımıza geldi ve gezimizin ilk ülkesi olarak Arnavutluk bizde pek iyi bir izlenim bırakmadı.Neyse bu farklı bir konu.Gezimizi anlatmaya devam edeyim.
 Şehir merkezi dediğimiz yer İskender Bey Meydanı.Taksim Meydanı’nın eski haline benziyor biraz.Çimenlik alanın ortasında İskender Bey Heykeli var, bu alanın çevresi de caddelerle kuşatılmış. Bir çok hükümet binası, Opera Binası, Ethem Bey Camii,Ulusal Müze bu meydanda bulunuyor.


Meydanın ortasında bulunan İskender Bey Heykeli


İskender Bey (Arnavutça :Gjergj Kastrioti) Arnavutların ulusal kahramanı.Osmanlı ordusuna karşı direnişiyle meşhur.Tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğunun batıya doğru genişlemesini geciktiren en büyük engellerden birisi olmuş.
İskender Bey Meydanına kısaca bir goz attıktan sonra yemek yiyecek yer arıyoruz zira çok acıktık.Arnavut boreği meşhurdur ya hani biz de bir caddenin koşesinde küçücük bir borekçi buluyoruz. Üçgen şeklinde olan boreklerden peynirlisini yiyorum ben.Milfoyün biraz büyüğüne benziyor.Yanında içtiğim ayran da bildiğiniz koy ayranı gibi kokuyor.Bizdeki ayranlardan daha doğal diye düşünüyorum.

Arnavut boreği ve ayran


Boreklerimizi afiyetle yedikten sonra borekçiye çantalarımızı bırakıp National Park ‘a doğru yola çıkıyoruz.Park şehir merkezinden 10 dk yürüme mesafesinde.İçerisinde yapay gol varmış onu goreceğiz.
Yol üzerinde Enver Hoca’nın evini arıyoruz.Bize gosterdikleri ev iki katlı, gayet sıradan, bahçesindeki süs havuzunda su bile olmayan bakımsız  bir ev. Biliyorsunuz ki Enver Hoca Arnavutluk’u 41 yıl aralıksız yoneten komünist lider.Kendisi 1967 yılında ülkesini resmi olarak dünyadaki ilk ateist devlet haline getirmiş, bütün kilise ve camileri kapatmış. Ancak, 1990'ların başlarında dini anlamda özgürlükler tekrar geri gelmiş.Şu anda da Ülkenin %70'ini Müslümanlar, %30'unu Hristiyanlar oluşturuyor.
Eve girmek mümkün olmadığı için dışarıdan bakıp parka doğru yolumuza devam ediyoruz.Cadde üzerinde çok hoş kafeler ve restoranlar var.Restoranlarda ağırlıklı olarak pizza gorüyorsunuz.Çünkü Arnavutların çoğu,yıllardan beri İtalya’ya çalışmaya gidiyormuş.Türklerin Almanya’ya gittiği gibi.Dolayısıyla İtalya kültürünü de beraberinde getiriyorlar.Bunun en bariz orneklerden biri de İngilizce konuşabilen hiçbir insana rastlayamazken pek çoğunun İtalyanca konuşabiliyor olduğunu gormemiz.
Bir müddet yürüdükten sonra parka varıyoruz.National Grand Park 1950 yılında yapılmış.Burada bulunan bitkilerin toplam çeşitliliği 120 civarındamış.Bir çok Arnavut büyüğünün heykel ve büstlerini gormek mümkün.Yapay gol ise 1955 yılında yapılmış,yüzme alanı ve balık tutmak için kullanılıyormuş.Parkın içinde yürüyüş yollarından birinin üzerinde tanıdık bir isim gormek tebessüm ettiriyor =)


Bir süre daha yürüdükten sonra yapay gol karşımıza çıkıyor ve hiç de yapay gibi gozükmüyor.Çok güzel bir manzara karşılıyor bizi.Golün kıyısına ortümüzü serip kuş sesleri eşliğinde temiz havanın tadını çıkarıyoruz.O kadar huzurlu bir ortam ki burası ; her şeyi unutup oylece doğaya,yeşile ve mavi gokyüzüne dalıp gidiyorsunuz.Düşüncelere dalıp vakit geçirmek güzel ama bizim saat 16.00 da otobüsümüz var.Bunu hatırlayıp şehir merkezine doğru tekrar yola koyuluyoruz.
Meydanda Ethem Bey camisini ziyaret ediyoruz.Ethem Bey Camii 18. Y.y.da Tiran valisi Ethem Bey tarafından yaptırılmış.Enver Hoca’nın sert komünist rejiminin uygulandığı yıllarda ibadete kapatılmış ancak ülkenin başka yerlerindeki diğer camiiler gibi yıkılmamış, tahrip edilmemiş.1968 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmış ve 1990 lı yıllarda ise tekrar cami olarak ibadete açılmış.Benim ilgimi çeken nokta caminin içindeki duvarlarda hemen hemen hiç boş yer bırakmayacak şekilde işlenmiş nakışlar,desenler.Bu desenler arasında meyve ve manzara resimleri de var.Mimarisi bakımından Osmanlı donemi Türk yapı usullerine uygun olan bu cami içindeki renkli desenler ve bezemelerle Balkanlarda çok yaygın olan bir sanat anlayışına ev sahipliği yapıyor. Camide oğle namazını kılıyoruz ve ilginç bir olay yaşıyoruz.Namazı kıldıktan sonra yanımdaki kadın kızıyla ilgili bir problemi olduğunu soylüyor ve yardım istiyor çok da iyi olmayan ingilizcesiyle.Ben her ne kadar kadıncağızın derdini anlamakta zorlansam da arkadaşım Gurbet onu anlıyor.Meğer kızına büyü yapmışlar ve bizden ona güçlü,tesirli bir dua,sure onermemizi istiyormuş.Biz de bildiğimiz duaları ve sureleri onerip çıkıyoruz camiden.


Ethem Bey Cami'sinin içi


Kubbesi




Turizm acentesinin bize soylediği gibi saat 4 te müzenin yanında bekliyoruz otobüs için.Ancak başka firmaların otobüsleri de var civarda.Acentede çalışan biri bizi alıyor ve bir yazıhanenin onüne getiriyor.Oradan kalkacakmış külüstür otobüsümüz.(Balkanların genelinde otobüsler eski)Ve yazının başında soylediğim gibi anlaştığımız fiyatı kabul etmiyor fazlasını istiyorlar.Sinirleniyorum ama yapacak bir şey yok otobüs kalkmak üzere.Mecburen biniyoruz ve kişi başı 12 € odüyoruz.Yolculuk Makedonya’nın Struga şehrine.

Struga'ya giderken otobüste tanıştığımız Abdullah Abi ve eşinden bahsetmemek olmaz.O kadar iyi kalpli ve muhabbetli insanlardı ki yol boyunca bize çocukları gibi baktılar.Karnımız acıkınca kadıncağız bize simitini verdi, cips verdi.Simit her ne kadar lezzetsiz ve sade ekmek gibi olsa da açken inanılmaz makbule geçti doğrusu.Ayrıca memleketimin simidinin kıymetini anladım.Mola yerinde bize çay ısmarladılar.Siyah çay yok tabi, nane çayı içmiştim, tadı fena değildi.Benim telefonum kapalı olduğu için ailemle iletişim kuramamıştım.Merak ederler deyince Abdullah Abi hemen telefonunu verdi.Ben de ailemle haberleşmiş oldum.Arnavutlukta hiç İngilizce bilmeyen insanların arasında iletişim kuramayınca Türkçe bilen birileriyle karşılaşmak, hele ki boyle güzel insanlarla , çok güzeldi.

Struga'dan hemen Ohrid'e geçmeye karar verdik.Çünkü saat epey geç oldu.Bu geç saatte Ohrid'de daha rahat kalacak yer bulursunuz dediler. Yine Abdullah Abi'nin yardımıyla taksi tuttuk.Kendisi Struga da inmeyecekti oysa ki devam edecekti.Bize taksi ayarlamaya çalışırken otobüs hareket etti.Arkasından bir koşuşu var hiç unutmayacağım =) Neyse ki onun yokluğunu fark etmiş olacaklar ki az ileride durdu otobüs.Abimiz de yoluna devam etti boylece.Kendisine teşekkürü bir borç bilirim.