Gezmek benim için bir hayaldi sonra tutku oldu.Gezdikçe gezesim,yaşadıkça yaşayasım geldi.Bu gezilerde yaşadıklarımın elle tutulur gozle gorülür bir kanıtı olması adına o güzel anıları somutlaştırmak için başlıyorum yazmaya.Belki okuyanlara da ufak tefek bilgilerle rehber olması umuduyla.Haydi bakalım =)

3 Eylül 2014 Çarşamba

ARNAVUTLUK

Posted by Gezgin Eda On 14:12 No comments


KÜNYE

Slogan: "Arnavutluk, bana şeref ver; bana Arnavut ismi ver."
Başkent : Tiran (en büyük şehir)
Resmi dil: Arnavutça
Etnik gruplar %95 Arnavut, %3 Yunan, %2 diğer (Arumenler, Makedonlar)
Para birimi: Lek


TIRAN
Balkanlar gezimize 4 kişilik bir arkadaş grubu olarak Arnavutluk’tan başlıyoruz.Tarih 3 Ağustos 2014. İlk durağımız Tiran.Havaalanı oldukça küçük.İlk işimiz para bozdurmak tabii ki.30 € bozdurup 4000 Lek alıyoruz ve taksiciyle anlaşıp şehir merkezine gidiyoruz. Notlarımızda bir tam günde gezilebilir bu şehir yazıyor.Biz de buna uygun olarak akşam Makedonya’ya geçmeye karar veriyoruz ve taksiden iner inmez bir turizm acentesine gidip Struga’ya bilet alıyoruz.Otogar yok ,otobüs biletlerini turizm acentelerinden almanız gerekli.Size tavsiyem bu acentelerde iyi pazarlık yapmanız.Çünkü her biri farklı fiyat veriyor.Hatta anlaştığınız rakama uymayıp otobüse binerken fazlasını da talep edebiliyorlar.Zira bizim başımıza geldi ve gezimizin ilk ülkesi olarak Arnavutluk bizde pek iyi bir izlenim bırakmadı.Neyse bu farklı bir konu.Gezimizi anlatmaya devam edeyim.
 Şehir merkezi dediğimiz yer İskender Bey Meydanı.Taksim Meydanı’nın eski haline benziyor biraz.Çimenlik alanın ortasında İskender Bey Heykeli var, bu alanın çevresi de caddelerle kuşatılmış. Bir çok hükümet binası, Opera Binası, Ethem Bey Camii,Ulusal Müze bu meydanda bulunuyor.


Meydanın ortasında bulunan İskender Bey Heykeli


İskender Bey (Arnavutça :Gjergj Kastrioti) Arnavutların ulusal kahramanı.Osmanlı ordusuna karşı direnişiyle meşhur.Tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğunun batıya doğru genişlemesini geciktiren en büyük engellerden birisi olmuş.
İskender Bey Meydanına kısaca bir goz attıktan sonra yemek yiyecek yer arıyoruz zira çok acıktık.Arnavut boreği meşhurdur ya hani biz de bir caddenin koşesinde küçücük bir borekçi buluyoruz. Üçgen şeklinde olan boreklerden peynirlisini yiyorum ben.Milfoyün biraz büyüğüne benziyor.Yanında içtiğim ayran da bildiğiniz koy ayranı gibi kokuyor.Bizdeki ayranlardan daha doğal diye düşünüyorum.

Arnavut boreği ve ayran


Boreklerimizi afiyetle yedikten sonra borekçiye çantalarımızı bırakıp National Park ‘a doğru yola çıkıyoruz.Park şehir merkezinden 10 dk yürüme mesafesinde.İçerisinde yapay gol varmış onu goreceğiz.
Yol üzerinde Enver Hoca’nın evini arıyoruz.Bize gosterdikleri ev iki katlı, gayet sıradan, bahçesindeki süs havuzunda su bile olmayan bakımsız  bir ev. Biliyorsunuz ki Enver Hoca Arnavutluk’u 41 yıl aralıksız yoneten komünist lider.Kendisi 1967 yılında ülkesini resmi olarak dünyadaki ilk ateist devlet haline getirmiş, bütün kilise ve camileri kapatmış. Ancak, 1990'ların başlarında dini anlamda özgürlükler tekrar geri gelmiş.Şu anda da Ülkenin %70'ini Müslümanlar, %30'unu Hristiyanlar oluşturuyor.
Eve girmek mümkün olmadığı için dışarıdan bakıp parka doğru yolumuza devam ediyoruz.Cadde üzerinde çok hoş kafeler ve restoranlar var.Restoranlarda ağırlıklı olarak pizza gorüyorsunuz.Çünkü Arnavutların çoğu,yıllardan beri İtalya’ya çalışmaya gidiyormuş.Türklerin Almanya’ya gittiği gibi.Dolayısıyla İtalya kültürünü de beraberinde getiriyorlar.Bunun en bariz orneklerden biri de İngilizce konuşabilen hiçbir insana rastlayamazken pek çoğunun İtalyanca konuşabiliyor olduğunu gormemiz.
Bir müddet yürüdükten sonra parka varıyoruz.National Grand Park 1950 yılında yapılmış.Burada bulunan bitkilerin toplam çeşitliliği 120 civarındamış.Bir çok Arnavut büyüğünün heykel ve büstlerini gormek mümkün.Yapay gol ise 1955 yılında yapılmış,yüzme alanı ve balık tutmak için kullanılıyormuş.Parkın içinde yürüyüş yollarından birinin üzerinde tanıdık bir isim gormek tebessüm ettiriyor =)


Bir süre daha yürüdükten sonra yapay gol karşımıza çıkıyor ve hiç de yapay gibi gozükmüyor.Çok güzel bir manzara karşılıyor bizi.Golün kıyısına ortümüzü serip kuş sesleri eşliğinde temiz havanın tadını çıkarıyoruz.O kadar huzurlu bir ortam ki burası ; her şeyi unutup oylece doğaya,yeşile ve mavi gokyüzüne dalıp gidiyorsunuz.Düşüncelere dalıp vakit geçirmek güzel ama bizim saat 16.00 da otobüsümüz var.Bunu hatırlayıp şehir merkezine doğru tekrar yola koyuluyoruz.
Meydanda Ethem Bey camisini ziyaret ediyoruz.Ethem Bey Camii 18. Y.y.da Tiran valisi Ethem Bey tarafından yaptırılmış.Enver Hoca’nın sert komünist rejiminin uygulandığı yıllarda ibadete kapatılmış ancak ülkenin başka yerlerindeki diğer camiiler gibi yıkılmamış, tahrip edilmemiş.1968 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmış ve 1990 lı yıllarda ise tekrar cami olarak ibadete açılmış.Benim ilgimi çeken nokta caminin içindeki duvarlarda hemen hemen hiç boş yer bırakmayacak şekilde işlenmiş nakışlar,desenler.Bu desenler arasında meyve ve manzara resimleri de var.Mimarisi bakımından Osmanlı donemi Türk yapı usullerine uygun olan bu cami içindeki renkli desenler ve bezemelerle Balkanlarda çok yaygın olan bir sanat anlayışına ev sahipliği yapıyor. Camide oğle namazını kılıyoruz ve ilginç bir olay yaşıyoruz.Namazı kıldıktan sonra yanımdaki kadın kızıyla ilgili bir problemi olduğunu soylüyor ve yardım istiyor çok da iyi olmayan ingilizcesiyle.Ben her ne kadar kadıncağızın derdini anlamakta zorlansam da arkadaşım Gurbet onu anlıyor.Meğer kızına büyü yapmışlar ve bizden ona güçlü,tesirli bir dua,sure onermemizi istiyormuş.Biz de bildiğimiz duaları ve sureleri onerip çıkıyoruz camiden.


Ethem Bey Cami'sinin içi


Kubbesi




Turizm acentesinin bize soylediği gibi saat 4 te müzenin yanında bekliyoruz otobüs için.Ancak başka firmaların otobüsleri de var civarda.Acentede çalışan biri bizi alıyor ve bir yazıhanenin onüne getiriyor.Oradan kalkacakmış külüstür otobüsümüz.(Balkanların genelinde otobüsler eski)Ve yazının başında soylediğim gibi anlaştığımız fiyatı kabul etmiyor fazlasını istiyorlar.Sinirleniyorum ama yapacak bir şey yok otobüs kalkmak üzere.Mecburen biniyoruz ve kişi başı 12 € odüyoruz.Yolculuk Makedonya’nın Struga şehrine.

Struga'ya giderken otobüste tanıştığımız Abdullah Abi ve eşinden bahsetmemek olmaz.O kadar iyi kalpli ve muhabbetli insanlardı ki yol boyunca bize çocukları gibi baktılar.Karnımız acıkınca kadıncağız bize simitini verdi, cips verdi.Simit her ne kadar lezzetsiz ve sade ekmek gibi olsa da açken inanılmaz makbule geçti doğrusu.Ayrıca memleketimin simidinin kıymetini anladım.Mola yerinde bize çay ısmarladılar.Siyah çay yok tabi, nane çayı içmiştim, tadı fena değildi.Benim telefonum kapalı olduğu için ailemle iletişim kuramamıştım.Merak ederler deyince Abdullah Abi hemen telefonunu verdi.Ben de ailemle haberleşmiş oldum.Arnavutlukta hiç İngilizce bilmeyen insanların arasında iletişim kuramayınca Türkçe bilen birileriyle karşılaşmak, hele ki boyle güzel insanlarla , çok güzeldi.

Struga'dan hemen Ohrid'e geçmeye karar verdik.Çünkü saat epey geç oldu.Bu geç saatte Ohrid'de daha rahat kalacak yer bulursunuz dediler. Yine Abdullah Abi'nin yardımıyla taksi tuttuk.Kendisi Struga da inmeyecekti oysa ki devam edecekti.Bize taksi ayarlamaya çalışırken otobüs hareket etti.Arkasından bir koşuşu var hiç unutmayacağım =) Neyse ki onun yokluğunu fark etmiş olacaklar ki az ileride durdu otobüs.Abimiz de yoluna devam etti boylece.Kendisine teşekkürü bir borç bilirim.

0 yorum:

Yorum Gönder